Bir içerik ve ‘Şeffaflık’ : ÇIPLAK

Yazan: Can Evrenol, Merve Göntem

Yönetmen: Can Evrenol

Yapımcı: Tanay ABBASOĞLU

Blu Tv.

Hayatta yolculuklar vardır. Eylül’ün ki de bunlardan biri. Çabalamış mı bilmem çünkü öyle kendiliğinden bir akış; Türk Sineması’ndaki kadın hikayelerine ‘soluklu’ bir bakış. Daha doğrusu oradaki güçlü ‘kadınları’ hatırlayış. Müjde Ar’dan Nur Sürer’e sonra Derya Alabora’dan Sibel Kekilli’ye hatırlayıp hatırlayamadığımız bir anış. Bir ses. Bir duyuş. Bir cevap veriş. Buradan şuna bağlayabiliriz; kadın nedir? Kadın kendi hikayesinin mağduru mudur hep? Hep böyle mi olmalıdır? Eylül pek öyle gözükmüyor. İyi de yapmış.

Bir içerik oluşturmak bir bakış açısı yaratmaktır. En başta budur. Buna ihtiyacınız vardır. Bu kimi zaman cesur bir sesi içeriden bir canavar kükremesi gibi çıkartmanız gerekse de böyledir. İçerik oluştururken her şeye bir bütün gibi bakmaya ihtiyaç vardır. Hadi gelin işin isminden başlayalım. ‘ÇIPLAK’

Çıplaklık bir tür ‘ben böyleyim’ deme hali. O zaman karakterinize iki şekilde bakabilirsiniz; ya onu soyarak ya da en baştan çıplak bir karakter yaratarak. Eylül ikincisi ve dublesi. Parasını zaten ‘çıplak’ kazanıyor. Bir escort. Kendine acımayan parayı seven, çıplaklığıyla belki de dünyaya geldiği an barışmış biri. Bu bir şifadır. O zaman o projede konuşulmayan her şey konuşulur, başta da cinsellik. Dolapların, karanlıkların, çarşafların altına sakladığımız ‘cinsellik’ bu projede çırılçıplak. Can Evrenol sahneleri olduğu gibi olandan güç alarak ve onunla bütünşleşerek çekmiş, Merve Göntem’le birlikte ‘şeffaf’ ve ‘cesur’ bir dünya çıkmış ortaya. Tanay Abbasoğlu’nun güzel ve nitelikli imzasıyla birleşmiş ve ismi gibi olmuş her şey. ‘Ben böyleyim’ diyen Eylül, onu eleştirmemize izin vermeyen bir noktada duruyor. Çünkü çırılçıplak. Bazen bunun ötesi yoktur.

İçerik hikayede başlar. Bu hikaye de gerçeklerden el alıyor, dolayısıyla bu durum en başta bazı şeyleri şekillendirmeye başlıyor. Ancak içerik kurmak için işinizin illa ‘gerçek’ olamasına gerek yok. Her bir zerresinin ‘uyumlu’ olmasına ihtiyaç var. Hikayesine uyum sağlayan bir proje olmayı tercih eden ‘Çıplak’ isminden çekimlerine ve işlenişine kadar Eylül gibi bir karakterin yaşayabileceği anlara birebir tanıklık ediyor. Eylül’ün ‘hoşlandığı’ Cem’i de tanık sandalyesine yerleştiriyor hatta! Ancak sonra cinselliğin de bir ‘şov’ kimi zaman bir ‘oyun’ olabilme yetisinden gücünü alıp gerçek hayatı müşterisinin patlayan kaşıyla yeniden kucaklıyor. Her şey yine ‘gerçeğe’ çırılçıplak dönüyor. Ve erotizm tüm sınıfları birleştiriyor. Cem’in ‘varlıklı’ ailesi veya Eylül’ün müşterilerinin pek de bir farkı kalmıyor. Eşitiz, çok şükür dedirtmek için Eylül yeniden soyunuyor… Bunu kimi zaman nobranca, kimi zaman bir dik kafalılıkla ama çoğu zaman ‘hayatta kalma’ ve belki kendisinin tutunduğu bir ‘olası’ hayalle yapıyor… Galler, uzakta bir memleket. Oraya gidilecek.

Projenizi yazarken ve oluştururken oyuncusundan yönetmenine, hikayesinden satıldığı platforma her şeyi bir ‘bütün’ olarak düşünmeniz gerekir. Bu durum isimde başlar, karakterle devam eder, karakter ismi isim karakteri taşır ve yazma biçiminize sızar. Oyuncu seçiminden o işin yazılma biçimine kadar kendini ele verir. Çıplak bütünlüğünü bu aradığı yerlerde dahi yakalıyor.

Çıplak Six Feet Under’e Lost’a selam veriyor. Çünkü kendinizi yeterince soyarsanız ölüler bile gözükmeye başlar. Eylül’ün babaannesini kaybettikten sonra onunla bir torun babaanne gibi dertleşmesini görüyoruz. Her şeyiyle o karakteri ‘bir karakter yapan’ farklı çehreleri görüyoruz. Babasını, Cem’le bir çay içmek isteyen içinde kalan naif bir inceliği, sonra işine devam edişini. Hepsi kendi içinde tutarlı ve özgürlüğün ‘olduğu gibi’ tartışıldığı bir noktaya gidiyor durum. Düğüne. Beklediğimiz hiç bir şeyin olmadığı anlar var bu dizide. Daha doğrusu ezber bildiğimiz; tam ne olacak diyoruz ki içimizden Eylül ölüyor. Son bir sürprizle. Kendini duyguların alevli dünyasına kaptırmadan, onları sömürmeyen şakacı bir huzurla kapıyor gözlerini. Ölmeden ölüyor. Her şeyi içinde yeniden hazmederek. Güçle.

Bir dramatik yorum değil ancak çokça ‘content’ meselesiyle ilgili olduğunu düşündüğümüz bir duruma da değinmeden geçmek olmaz: kadınların hunharca öldürüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Yasaklar ve sınırların daralttığı. Ancak gerçek çok çıplak. Herkesi aynı yatakta buluşturuyor cinsellik. Bunu para alarak yaşarken bile yaşayıp geçmenin, üzerine konuşmanın, içine düşmeden çıkmanın ve hayata devam etmenin; yeri geldiğinde para aldığı adama kaş pansumanı yapmanın durduğu açıdan bakın. Öyle abartmadan. Ancak bu olağanlıkta çıplaklığın gücü gizlidir. Ve bunu ‘göstermesi’ önemlidir. Sorun kendinize ‘ben neyi göstereceğim? Hangi duygunun / nasıl ardındayım?’ Drama güçlü bir silahtır. İçinde bulunduğunuz coğrafyayı etkileme gücünden, ötesine bir kapı açtırma gücünden beslenir. Nasıl’ı bakış açısında ve anlatma biçiminde saklıdır İçerik’in. Dünyaya nasıl bakacağım? Bunun için hangi hikayeyi nasıl yorumlamalı? Her şeyiyle?

Bunlar Türk içeriklerinde umuttur, otantikliktir. Ve tek bir cümle ile ifade edilebilir. Özetle; şimdi kendi içeriğinize bakarken ‘bütünlüğüne’ / ‘bütününüze’ bakın. İsminden fontuna, renginden savunduklarına, ve tüm karakterlere ve o dünyaya bunun sinmesine izin verirseniz o zaman bir içerikten bahsedebiliriz. Bu bir pakettir. Bir temsildir. Bir imza ve bütünlüktür. Projenizi bu şekilde hayal etmelisiniz. Bu çok farklı tarzlarda işler için de geçerlidir. Bir projeyi parçalara bölüp bu şekilde inceleyin. Sevdiğiniz bir projeyi. Neyi neden sevdiğinize, beğendiğinize, istediğinize, istemediğinize, kıskandığınıza, beğendiğinize içinize ve sesinize dikkat edin. Oradan çırılçıplak bir içeriğin doğması çok mümkün…